Eskişehir’de gazetecilik denilince akla gelen ilk isimlerden Hakkı Kutlu dergimizin konuğu oldu. Gazetecilik kariyerinin taa en başından başladığımız sohbette öğrencilik yıllarından, Midas Medya’ya kadar tüm basamakları konuştuk. Eskişehir’in en güçlü kalemlerinden Hakkı Kutlu ile yaptığımız söyleşinin tüm detayları ise YouTube kanalında.
Kariyerinizin ilk yıllarına dönersek, basın ile yollarınız nasıl kesişti? Medya üzerine eğitim almaya nasıl karar verdiniz?
Ben İzmir’de Çınarlı Teknik Lisesi’nde okuyordum. Teknik derslerim çok iyi değil ama sözel derslerim çok iyiydi. Okulda fotokopi ile gazete yapardık ve arkadaşlarımıza satardık. Hocalarımız da bilgisayar derslerinin çok önemli olduğunu söylerken benim gözümün içine bakarak ‘Bir gün gazeteci bile olsanız bilgisayarı öğrenin’ derlerdi. O tarihlerde hocalarım bu şekilde takılırdı ama benim ilgim yoktu bölüm okumaya. Teknik lisede okuduğum için üniversitede Basın ve Yayın okumam imkansızdı bu yüzden hayal bile etmiyordum. Kuzenim Anadolu Üniversitesi’nde sinema okuyordu. Bana gazetecilik bölümünün olduğunu ve barajı geçtikten sonra yetenek sınavına girebileceğimi söyledi. Denedim. 30 kişilik kontenjana 30’uncu sıradan girmişim. Eğer kuzenim bu okulda okumasaydı bu işin okulunu okumuş olacak mıydım bilmiyorum ama bu mesleği yapardım.
Öğrenciliğiniz nasıl geçti?
Öğrenciliğimin ikinci ayında çalışmaya başladım. Fakültede sadece kantine yayın yapan bir radyo vardı. Biz de radyoya bülten hazırlıyorduk. Bir yandan radyolarda çalışırken bir yandan da gazetelerde çalıştım. Hem çalıştım hem okudum diyebiliriz. Ders saatine üç dakika kala okulda olursam şanslıydım.
Ev arkadaşlarınız nasıl kişilerdi?
Ev arkadaşlarımı Basın ve Yayın öğrencileri arasından seçiyordum. Kaldığımız evde de Basın ve Yayın öğrencileri oturuyormuş önceden. Evimizin koridoruna duvar gazetesi yapıyorduk. Zaman Gazetesi okuyan bir arkadaşım vardı ben de Cumhuriyet okuyordum. Hikmet Çetinkaya ve Fehmi Koru kendi köşelerinden birbirleriyle atışıyorlardı. Arkadaşım Fehmi Boru mahlasıyla yazı yazardı ben de Hikmet Ketumkaya…
O zamanlar bizim fakülte çok popüler bir fakülteydi. Diğer fakültelerdeki cici cici kızlar bizim fakültedeki erkeklerle çıkmak isterdi. Diğer fakültelerdeki erkekler de bizim kızlarla… Ben bu şansı da değerlendiremedim. Sürekli gazetecilikle ilgileniyordum. O kadar uç boyutta, genç ve sert düşüncelere sahiptim ki… Üçüncü sınıfta şimdilerde Hatay Gazeteciler Cemiyeti Başkanı sınıf arkadaşım Sinan Seyfettinoğlu ile derste tartışırken ‘Sabah ve Hürriyet’te çalışanlar oportünist döneklerdir. Asla bu gazetelerde çalışmam diyordum’ Şimdi çok utanıyorum çünkü hayata böyle bakmak doğru değil. O zamanlar hayata böyle baktığım için sonradan mesleğimle yaşadığım şeyleri yaşadım.
İlk yazınız nerede yayımlandı?
Üniversitede okuyan baş örtülü kızların üniversitede okuyamamasını eleştiren bir film vardı. Arı Sineması’nda galası yapılmıştı. Baş örtüsünün üniversitede neden yasaklandığını bir türlü anlayamayan bir Atatürkçü olarak o galaya gitmek istemiştim ve gidince de bir yazı yazmıştım. Sakarya Gazetesi’nin Köprübaşı eki vardı; üniversite 15 günde bir çıkarıyordu. Hocam, Ali Murat Vural’a götürdüm ve o da orada yayımlamak istedi.
Meslekte alaylı olmakla fakülteli olmak arasında nasıl bir fark var?
İletişim bir disiplindir. Bu disiplini edinmek üniversitede olur. Ben hem alaylıyım hem de mektepliyim. Bunu her zaman söylerim. Ama hep şunu da söylerim: mesleğe dair öğrendiklerimin yüzde 99’unu alanda öğrendim. Üniversiteler iş ve işçi bulma kurumu değildir. Üniversiteler sizi bir mesleğe ait yapmaz. Üniversiteler sizin o mesleğin disiplinini ve ahlaki değerlerini kavramanıza yardımcı olur. Üniversiteler size o mesleği nasıl yapacağınızı anlatır ve nasıl yapmanız gerektiği konusunda ön açar. Üniversitede ders veren hocaların çoğu haber yapmayı bilmez ve bilmek zorunda da değildirler. Haber yazmak öğrenilir. Haber yazmayı yazacak kişi öğrenir. Üniversiteler nasıl öğreneceğinizi öğrendiğiniz yerlerdir. Üniversiteden çıkınca gazeteci olunmaz.
Peki gazetecilik için 4 yıllık eğitim fazla değil mi?
Fazla. Sadece gazetecilik için değil iktisat için de fazla. Mimarlık 4 yıldı, 5’e çıktı. 5 yıl bile yeterli değil mimarlık için. Tıp için 6 yıl yetmez. Ancak gazetecilik iki yıllık temel eğitimden sonra bir yıllık mesleki eğitimle mezun olabileceğiniz bir bölüm.
Gündemle ilgili düşüncelerinizi çekinmeden takipçileriniz ve kamuoyuyla paylaşıyorsunuz. Hiç yanlış anlaşılmaktan korktuğunuz oluyor mu ya da kendinizi sansürlediğiniz?
Dışarıdan kolay yapıyor gibi görünüyor olabilirim ama öyle kolay değil. Çünkü sorumlusunuz. Hukuka, insanlara, aileye, karşı tarafın ailesine karşı sorumlusunuz. Bizim meslekte uygulanması gereken tek sansürün oto sansür olduğunu kavradım yıllar içerisinde. Dışarıdan biz gazetecilerin her şeyi söyleyebileceği zannediliyor. Hiç kimsenin her şeyi söylemeye hakkı yok bence. Bir konudaki bilgim yeterliyse çok rahat konuşabiliyorum, yazabiliyorum. Ancak yeterli değilse o yazılar zor çıkıyor. Çünkü bazı konular araştırayım da yazayım diyebileceğiniz konular olmuyor. Yazdıkça o konu hakkında daha güzel yazıyorsunuz. Bir yıl boyunca bir konu hakkında yazıyorum. Bir yılın başındaki Hakkı Kutlu yazısıyla bir yılın sonundaki Hakkı Kutlu yazısı o kadar farklı oluyor ki… O süreçte insanlar sizinle konuşuyor, konu hakkında yeni donelere ulaşıyorsunuz. Bunların hepsini bir araya getirdiğinizde ‘Keşke bir sene önce bu yazıyı bu şekilde yazsaydım’ diyorsunuz. Ama o eksiklerle dolu ilk yazıyı yazmazsanız son seviyeye de gelemezsiniz. O yüzden dışardan çok rahat söylüyoruz gibi gözükse de o kadar rahat değil.
Sizin de yazılarınıza mesleğe ara verdiğiniz bir döneminiz oldu. O dönem nasıldı? Çalışmamak özgürlük mü yoksa depresyon sebebi mi?
Bir gün çalışacağını bilirsen eğer özgürlük olur. Bende hep böyle oldu.
Medya Midas’ı kurmaya nasıl karar verdiniz?
İnternet sitesi kurmamak için çok mücadele verdim. Çünkü çok fazla var. Eskişehir’deki ilk haber sitesini kuran Mustafa Yıldırım’ın eşi, meslektaşım Şenay Bilik Yıldırım, 2 Eylül’den istifa ettiğimde telefon edip ‘Sen de mi Hakkı Abi?’ dedi. ‘Yok, ben kurmayacağım, merak etme’ dedim. Hiç düşüncesi yoktu kafamda. Bu işe tavırlı olduğumdan değil. Ben 2000 yılında İstanbul’da bir internet sitesinde çalıştım zaten. Ben hep birisi kursun da ben de yazayım derdindeydim. İnternet sitesi kurmamak için çok çaba sarf ettim. Çünkü bu işin patronluk kısmına geçince yaptığınız işin adı gazetecilik olmuyor.
Çalışırken prensipleriniz neler? Zorlu bir yönetici misiniz?
Bana göre şeker gibi bir yöneticiyim ama çalışma arkadaşlarım ne der bilmiyorum.
Peki gazeteyi gazeteden mi okuyorsunuz yoksa internetten mi?
Kağıttan okumayı bıraktım. Bunu da biraz kendimi zorlayarak bıraktım. 2 Eylül’den ayrıldıktan sonra kağıttan okumayı bıraktım ki dijitalleşmeye kendimi hazırlayabileyim. Ardından pandemi süreci girince zaten bir tek ben değil, bütün Türkiye gazeteyi kağıttan okumama evresine geldi.
Medya patronu olmak nasıl bir duygu?
Ben yıllar önce bir mecraya ortak olduğumda bir arkadaşım sormuştu. ‘Patron olmak nasıl?’ ‘Çalışırken ay başı gelsin diye dua ediyorsun, patronken gelmesin’ diye bir yanıt vermiştim.
Basılı yayın var mı ya da olacak mı?
Bir gün para kazanmak için basılı yayın yapmak zorunda kalırsam yaparım. Ama kağıt işinin gerçekten artık rafa kaldırılması gerektiğini düşünüyorum.
Peki sizinle ilgili en büyük yanılgı ne olabilir?
Öyle net bir şey aklıma gelmiyor, ama yazdığım yazılar içinde satır aralarında mesajlar oluyor. Çok kolay bir şekilde beni cahil zannederek yorum yapmaları bence en büyük yanılgıları oluyor. O konu hakkında ne bildiğimi sezebilseler ve yazıyı bir kez de o gözle okusalar yanılmayacaklar.
Peki bugüne kadar aldığınız en cesur karar neydi ve sonucunda ne elde ettiniz?
Bir tane cesur karar aldım diyemem. Ben çok kolay istifa edebilen bir insanımdır. Aldığım tüm istifa kararları önemli kararlardı. Bir kurumdan ayrılmak kolay değildir. Buna cevap vermek için düşünmem lazım. Çünkü hayatım ya o anda ya da sonradan fark ettiğim şekilde aldığım önemli kararlarla doludur. Bazen aldığınız kararın sizin hayatınızda ne kadar önemli olduğunu anlamanız için yıllar geçmesi gerekiyor. Bugün size sağlanan rahat ya da rahatsız ortamın temelinde hangi hareketin olduğunu tespit etmezseniz, 10 yıl sonra yine bir yere gidemezsiniz.
Hayatımın yüzde 90’ı özeleştiriyle geçiyor
Özeleştiri yapabilen bir yapınız olduğunu söyleyebiliriz o zaman…
Hayatımın yüzde 90’ı özeleştiriyle geçiyor. İnsanları eleştirirken 5 kere düşünüyorsam kendimi hiç düşünmeden eleştirebiliyorum. Ben kendisinden nefret eden insanlardan biriyim. Ben benle dost olmazdım. Eşime de ‘Evlenecek başka adam bulamadın mı?’ diyorum. Ben benimle evlenmezdim. Çekilebilir bir insan değilim.
Kırmızı çizginiz olarak tanımlayabileceğiniz ve asla taviz vermeyeceğiniz karakteristik özellikleriniz var mı?
Ben bir insanın kırmızı çizgileri olmasını o insanın kendisine haksızlık yapması olarak değerlendiririm. Kırmızı çizgiler kendi kendimize çektiğimiz sınırlardır. Nefret ederim kırmızı çizgilerden. 300 senede oluşmuş bir kırmızı çizgiyle kızım neden ilgilensin?
Duruşu, tarzı ve hayata bakışıyla sizi etkileyen, ilham veren, hayranlık uyandıran isimler kimler?
Gençken hayran olduğum insanlar vardı. Yıllar geçtikçe hayran olduğumuz şeylerin bize hoş gelen şeyler olduğunu kavradım. Ve hayran olmanın bir insanın bütününe kefil olmak olduğunu fark ettim. Vazgeçtim hayran olmaktan. Benim için çok önemli bir lider Mustafa Kemal Atatürk… Bir süre her yaptığının doğru olduğunu zannederek yaşadım. Oysa zamanla yaptığı yanlışlara rağmen bir insanı sevebilmenin daha güzel olduğunu fark ettim. Şu andaki bakış açımda Mustafa Kemal’in yanlış yaptığını düşündüğüm bazı şeyler var. Düşününce yapmasın mı yanlış? O günün şartlarında hata yapabilmek kadar normal bir şey yok. Bu yüzden de insanların yaptığı belli şeylere hayran olmayı tercih etme evresindeyim şu anda. Belki bundan 20 yıl sonra fikrim değişecek, yine bütününe hayran olacağım.
Ele aldığınız yazılardan da yola çıkarsak uzaktan lafını esirgemeyen ve hazır cevaplılığıyla karşısındakini aniden yere serecek gibi bir havanız var. Özel hayatınızda da karşınızdaki defans yapmalı mı?
Yazılarımda çok kibarım. Eşim bana en çok şu cümleyi kullanır: “Eve iş getirme!’’ Düşünsenize; çok rahat bir ortamda dostlarınızlasınız. O ortamda diksiyonu bozuk bir kelime çıkarsa bütün akşamı bozup sabana kadar o kelimenin doğru diksiyonla söylenmesini öğretirken geçirdiğim geceler hatırlıyorum.
Arkadaş grubunun ‘hadi eğlenelim’ insanı mısınız yoksa ‘dertleşelim’ mi?
Ben arkadaş grubunun herhangi bir insanı değilim galiba. Çünkü bir kere eller havaya insanı asla olmadım. Öğrencilik hayatımda bile arkadaşlarım eğlenirken ben çalıştım. Sıkıcı bir insan değilimdir. Ruh halim denk geldiği zaman ortamda eğlenceli olabilirim. Bazen arkadaşlarım ‘Madem bu kadar eğlenceli bir insan olabiliyorsun, bize o eziyetleri neden çektiriyorsun?’ da derler. Ben dertleşilecek bir insan da değilim. Çünkü insan sevgilisi ve eşiyle tartışma yaşamış bana geliyor. Aslında haksız olduğunu biliyor ama farklı şeyler duymak istiyor. Ben haksız olduğu yerleri söylüyorum. Bu yüzden ne eğlenmeye ne dertleşmeye gelirler. Gazetecilikte böyle olduğum için nemrut bir insan değilim. Nemrut bir insan olduğum için gazeteciliğimde de nemrudum.
Tanışmak ve bir günü baştan sona o kişiyle geçirmek isteyebileceğiniz biri var mı?
Çok var aslında. Beni zorlayan bir kişiyi tercih etmek olur. Mustafa Kemal Atatürk ile bir gün geçirmek isterdim. 21 yaşındaki Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fetih kararını açıkladığı gün yanında olmak isterdim çünkü o anın İstanbul’u fethetmekten daha zor olduğunu düşünüyorum. Hitchcock ile Kuşlar filmini çektiği bir günü birlikte geçirmek isterdim. Bizim Aile filminin setinde ekip ve oyuncularla bir gün geçirmek isterdim.
Sizi en iyi anlatan üç kelime?
İlk aklıma gelen sinir; ikincisi ise yürek. Bu da cesaret anlamındaki değil merhamet anlamındaki. Ben çok sulugöz bir adamımdır. Yakın dostlarım ve eşim bilir. Ben Levent Kırca’nın memur parodisinde herkes gülerken ağlamayı başarmış bir insanım. Merhamet kelimesini tercih etmem çünkü karşı tarafa acımayı da içeriyor. Haksızlığa tahammül edemediğim için isyan ederim. Üçüncü kelime de isyan.
Geçmişe gidip değiştirmek istediğiniz bir şey var mı?
Hayatımla ilgili her şeyi baştan aşağı değiştirmek, daha doğru olmaları için geliştirmek isterim.
Peki yine gazeteci misiniz?
Mesleğimi değiştirmem, evliliğimi değiştirmem, tercihlerimi değiştirmem, birçok arkadaşımı değiştirmem, şehrimi değiştirmem. Eskişehir’i değiştirmek istiyorum ama şehrimi değiştirmem.
‘İşte yaşamak bu!’ dediğiniz anlarda genellikle nerede ve ne yapıyor olursunuz?
Tatilde oluyorum. Deniz kıyısında zehirli içeceklerle buluştuğum anlar oluyor.
Peki bizim bilmediğimiz, sizin ilgilendiğiniz bir hobiniz var mı?
İyi bir basketbol izleyicisiyim. Son zamanlarda Eurolig maçlarını eşimle beraber izliyoruz. O da çok şikayet ediyor. Maçı izlerken bir yorum yapıyorum. Aynısı daha sonra yorumcudan duyuyor çünkü. Buna hobi denmez belki. Ama hobi dediğin şey keyif aldığın bir şeye zaman ayırmaksa basketbol izlemek benim için bir hobi.
Gazetecilikle ilgili bir şeyler ters giderse bir B planınız var mı?
Ben hayatımda birkaç kez istifa ettikten sonra ‘Gazeteciliği bıraksam mı?’ dedim. Ama olmuyor. Gazetecilikten başka bir şey bilmiyorum. Hayata dair bütün hırsım sadece mesleğimle ilgili. Mesleği, gazeteciliği içinden çıkarınca geriye pek bir hırs kalmıyor. B planım şu: Gideyim, bir yerde balık tutayım. Peynir ve balıkla akşamımı geçireyim. Sabah kalkıp, balık tutayım. Budur.
Neler izlersiniz?
Birçok kişi gibi ben de artık televizyon izlemiyorum. Konvansiyonel televizyon benim de hayatımdan çıktı.
Netflix’iniz yok mu?
Ben ilkesel olarak Neflix’e abone olmaya karşı biriyim. Gençken yıllarca hamburger yemedim. Netflix’in kendi paranla seni dizayn eden bir sistem olduğunu düşünüyor ve oraya para vermeyeceğimi savunuyordum. Eşim arada izliyor. Ben de göz ucuyla baka baka bir iki dizi izledim.
Hangi diziler?
La Casa De Papel mesela. Ben film izlerken kaptıramıyorum kendimi ve bu da eziyet haline dönüşüyor. Senaryoda ya da yönetmenin bakış açısında bir hata gördüğüm zaman haddim olmadan sinirleniyorum. Bir şeyin izlenebilir olması için çok açıklayıcı olması lazım. Evet bahsettiğim şeyler bunlar değil ama hatalı bir şey gördüğüm zaman kopuyor. Ama bir şeyi beğendiysem tekrar tekrar da izleyebiliyorum.
Neler dinliyorsunuz?
‘Güzel olan her şeyi dinliyorum’ diye bir laf vardır ya tam olarak öyleyim. Kızımın dinlediklerini de dinlemek istiyorum, genç arkadaşların dinlediklerini de… Müzik dinlemek için vakit ayıran insanlara hep imrenmişimdir. Müzik benim için hep yandadır. Okurken, sohbet ederken çalar. Ana unsura oturtamadım. Kızına Micheal Jacskson’ı 10 yaşında dinletmiş; Vivaldi’nin 4 Mevsim’ini dinlemelisin derken, ‘Müslüm Gürses hakkında konuşurken de biraz dikkatli olmasın’ diyen Neşet Ertaş’ın bir albümünün mutlaka her evde bulunması gerektiğini savunan eski kafalı bir babayım.
Bu mesleğin size bir borcu var mı? Alacağınız var mı?
Saç 🙂 Bir de ufak çaplı tansiyon hastasıyım. Şaka bir yana mesleği borçlandırmak gibi bir durum olamaz. ‘Memnun değilsen yapma kardeşim’ derler. Zaten hayatım boyunca mesleğinden şikayet eden insanları hiç anlamadım. İstemiyorsan bırak. Sevdiğin işi yap. Sevdiğin işi yapamıyorsan yaptığın işi sev. İnsan kendisini buna hazırlar. İnsanın kendisine yaptırabildiği şeyleri bir fark etsek var ya…
Siz sevdiği işi yapan şanslılardansınız diyebiliriz…
Ben şanslıyım, sevdiğim işi yapıyorum ama sevmediğim bir işi yapsaydım da bir süre sonra kendimi onu severken bulurdum.
Hayatınızda mesleğiniz dışında şanslı hissettiğiniz noktalar neler?
İlk ailem, eşim ve kızım.