Öğrencileri tarafından çok sevilen, mezun olduğu üniversitede dekanlık görevini layığıyla yerine getirerek bayrağı devretmiş, iletişim konusunda uzman olan birine, Prof. Dr. Erol Nezih Orhon’a iletişimden kişisel hayata temel soruları sorduk uzun uzun cevaplar aldık. Mutluluk nedir? Marka olmak nedir? Karizmatik lider kimdir? Bunlar Nezih Hoca’yla İletişim Bilimleri Fakültesi’ndeki odasında bir araya geldiğimizde sorduğumuz sorulardan birkaçıydı sadece. Akademisyen kimliğinin yanında, eski milli sporcu ve bir kız çocuğu babası olan Orhon, her cevabında bu özelliklerini ve daha fazlasını bir bir yansıttı bize, ortaya da bu keyifli söyleşi çıktı.
Türk halkı sizce doğru iletişim kurabiliyor mu?
Bence “Türk halkı doğru iletişim kurabiliyor mu?” gibi bir sorudan çok “Türk halkı nasıl iletişim kuruyor?” diye düşünmekten yanayım. Çünkü ben iletişim stilleri, kültürel çeşitliliklere bağlı olarak iletişimde çalışan biriyim. Türkler de oryantal denilen, yani doğu kültürlerinin ait olduğu bir iletişim tarzından besleniyor. Bu iletişim tarzında da bizler daha çok dolaylı ve kapalı iletişimden yanayız. Bu bizim tamamen iletişim stilimiz. Daha iyi ya da daha kötü değil ama mesela “Sana söylüyorum.” demek yerine “Size söylüyoruz arkadaşlar, bundan sonra kendinize iyi bakın.” demeyi tercih ediyoruz ama bundan kim kendine sonuç çıkarmalı, kim kendine mesaj almalı bu belli değil. Peki Türkler, olası başka bir iletişim stilinden ya da olasılıklardan hangisinden yararlanabilirdi? Diğeri de doğrudan ve açık iletişim. Mesela Anglosakson kültürlerinde, Avrupa’da, Amerika kıtasında, Kuzey Amerika’da daha çok açık ve doğrudan… “Senin bundan sonra benimle böyle konuşmanı istemiyorum” dediğinde herhalde başka birinin bunu üzerine alması mümkün değil. Kime söylediğin belli ve ne söylediğin belli ama dediğim gibi bunlar birbirinden daha iyi ya da daha kötü olarak tarif edilmemeli. Her kültürün kendine uygun bir iletişim kurma biçimi var. Türkler de ağırlıklı olarak -bu bir matematik sonucu değil ama- iletişim stilleri bakımından baskın bir şekilde kapalı ve dolaylı iletişim kullanan kültürlerin içerisinde. Hatta burada şunu da söyleyebiliriz; Türkler neyin peşinde dersek, her kültürün aslında iletişim stili bakımından peşinde olduğu hayati bir soru var. Mesela Amerikalılar “Ne?” sorusunun yanıtını bulamadan bir kültür olarak, kültürel bir topluluk olarak mutlu olamıyorken ve temel motivasyonu insanlarla iletişim halinde olmakken hep “Ne?” sorusunun yanıtını bulmakken ya da Japonlar “Nasıl?” sorusunun yanıtını arıyorken ya da bir başka ülke başka bir sorunun yanıtını arıyorken Türkler ağırlıklı olarak “Kim?” sorusunun yanıtını arıyor. Onun için her ülkenin, her kültürün, her topluluğun kendine özgü iletişim stili olduğunu görelim. Hepsinin farklı zamanlarda diğer iletişim stillerinden belli ölçülerde yararlandığını da bilelim ama Türkler, başta da söylediğim gibi dolaylı ve kapalı iletişimden yana.
Neden bu meslek?
Neden bu meslek… Güzel bir soru. Sanırım öncelikle insanın kendi varlığına ilişkin tarifleri üretebilmesi gerekiyor. Ben hayatımın her aşamasında oyun oynadım. Eski milli sporcuyum. Dünyanın her yerinde tenis oynadım, Türkiye’nin her yerinde tenis oynadım. Ondan sonra sokaklarda oyun oynadım hatta biraz kendimi kendime ifade edebilmek için 10 yaşından itibaren pide sattım, limon sattım pazarlarda sokaklarda. Sanırım “Neden üniversite? Neden akademi?” dersek oyun oynama arzuma en yanıt veren yer olduğu için. Neden? Çok sayıda gençle berabersiniz. Çok sayıda merakla berabersiniz. Çünkü bilim merak demek. Merak yoksa ilerleme de yok, bilim de yok bununla beraber heyecan da yok. Ben açıkçası farklı gruplarla topluma hizmet ederek, üniversitenin içerisinde gençlerle buluşurken, araştırma yaparken, ders paylaşırken ya da proje geliştirirken hep bir oyun sürecinin içerisinde olduğumu düşünüyorum. Onun için benim mesela içinde bulunduğum süreçlerde çok sıkıldığımı gerildiğimi gören olmamıştır diye düşünüyorum. Çünkü gerçekten ben heyecanla sarılmak istediğim bir dünyanın içinde olmak istedim. Bu oyuna da en iyi yanıt veren yerin üniversite olduğunu düşünüyorum.
Marka olmak nedir?
Bence tek bir yanıt yok ama herhalde inandığı şeyleri yapmayla ilgili bir şey, tutkulu olmakla ilgili bir şey. Mesela sokakta gördüğümüz insanalara bir amaçları olup olmadığını sorabiliriz. Herkesin bir amacı vardır hayatta ya da bir şekilde olduğunu söylüyor ama bana sorarsanız markası olan kişiler amacını sıkça dile getirmek yerine, ona tutkuyla bağlı olduğunu da ortaya koyuyor. Yoksa sokakta kime sorsak bir amacı olduğunu söyler ama çok az insanın amacına tutkuyla bağlılığı var. Bence gerçekten marka olmak bu markanın taşıdığı neyse arkasında onun temsil ettiği şeydir. Bu amaca tutkuyla bağlılığı işaret ediyor ve bunun için marka sahibi kişi alışverişler, etkileşimler, iş birlikleri üretiyor bence böyle bir şey marka olmak.
Mutluluk sizce nedir? Sizi en çok ne mutlu eder?
Mutluluk… Mutluluk nedir? Mutluluğu doğuran şeyler nedir? Açıkçası ben büyük, ulvi yanıtların peşinde değilim. Sabah sağlıklı uyanmak çok önemli bir mutluluk nedeni. 8 yaşına birkaç günü kalmış bir kız çocuğu babasıyım. Bu nedenle kızımın keyfinin yerinde olduğunu görmek, onun o gün spor yaptığını görmek, benimle spor yaptığını görmek ya da başta kızım olmak üzere sevdiklerimle, hayatımda var olan insanlarla, ailemle, çalışma arkadaşlarımla, genç arkadaşlar öğrencilerle beraber bir yolculuğa ortaklık etmek benim için bir mutluluk nedeni. Kimse tek başına yolculuk etmek istemez. Tabii tek başına yolculuktan keyif alanlar olabilir ama o yolculuğun içersindeki karşılaşmalardan hoşnut olabilir ya da her tanıştığı insanın kendisine sunduğu pencereden mutlu olabilir. Bence mutluluğun çok çeşitli tarifleri var. Mutluluğu bir yere sıkıştırmak bence mutluluğa da haksızlık o tek tarife de haksızlık.
Yanınızda cüzdan dışında eksik etmediğiniz bir şey var mı? Neden?
Ben kızımı hiç benden eksik etmiyorum. Ben sessizce kızını düşünen biriyim, gerçi şimdi çok seslendiriyorum ama… Kızımın kendi ayakları üzerinde durabilmesi için onu çok aramıyorum kontrol etmiyorum ama sensörlerim açık. Kızım ne yapıyordur diye sürekli düşünüyorum. Acaba şimdi kendini nasıl besliyordur. Ne yemiştir? Ne okuyarak, ne öğrenerek beynini beslemiştir? Ne öğrenmiş, hangi oyunları oynamıştır? Ben kızımı sürekli yanımda taşıyorum. Benimle beraber bir de kendimle taşıdığım şey herhalde ailemden aldığım tatlar ve değerler diyeyim yani bunu herhalde buraya sıkıştırmam zoraki olmasa gerek ben Büyük Ada’lı bir babanın Girit’li bir annenin çocuğuyum yani adalı bir ailenin onların çok sıcakkanlı yanlarını taşıdığımı düşünüyorum bunsuz sokağa çıkmak istemiyorum. Çıplak çıkabilirim ama bu yansız çıkamam
Bir ünlü olsaydınız kim olurdunuz? Neden?
Ben yine Nezih olurdum. Bilmiyorum ünlü müyüm değil miyim ama ben yine Nezih olmak isterdim. Çünkü beni inşa eden bu değerler, ögeler, annemden kokladığım, babamdan kokladığım, dünyada gittiğim ülkelerden aldıklarım, yaralarım, çiziklerim, hayal kırıklıklarım, mutlu olduğum anlar… bunların hepsi yine Nezih’i işaret ederdi. Bugünkü halimde, yine kızının yanında yürüyen Nezih olmak isterdim. Başka hiçbir ünlü olmak istemezdim bu halim bile bence beni kendime ünlü yapıyor.
Karizmatik lider kimdir? Neden?
Bence kuralları olan kişi karizmatik lider değildir. Çünkü kurallar sert ve doğrusaldır. Başka bir oyuna, başka insanların içine girmesine, farklı düşüncelerle beraber olmaya izin vermeyebilir. İlkelerden bahsedecek olursak ilkeler daha elastiktir. Bu anlamda elastiklik ilkesiz olmak değil esneyebilir olmak ve bu nedenle işbirliğine davet eden, yaratıcılığı teşvik eden, oyun geliştirebilmeyi, oyun içinde rol almayı, farklı roller üstlenebilmeyi ve rol dağıtabilmeyi tarif eden bir şey. Ben o yüzden ilkeleri olan kişilerin karizmatik kişiler olduğunu düşünüyorum, kuralları olan kişilerin değil. Amacına tutkuyla bağlı olan kişilerin karizmatik olduğunu düşünüyorum. Bir de bu tariflerin dışında karizmatik kişilerin risk alabilmek, işbirliği yapabilmek, yeri geldiğinde alçak gönüllü olup yeri geldiğinde yüce gönüllü olabilmesi gerekir. Tabii herhalde biraz da baharat işi bu iş, biraz da baharatının olması gerekiyor herhalde, insanların o aura dediğimiz, baş döndüren bir tarafının… Bunun çok net tarif edilebiliyor olması gerekmiyor işte bunların hepsini bir yere karıştırıyorusunuz koyuyorsunuz sonra da işte karizma dediğimiz şey çıkıyor ya da karışımı çıkıyor. Karizma olmuyor da karışım oluyor. Şunu söyleyeyim bence, karizma sahibi kişilerin kahraman olduğunu düşünmüyorum. Kahramanlık çok ego merkezli bir şey gibi geliyor ama karakterli oluyorlar. Ben gerçekten bu kişinin gerçek bir karakteri inşa ettiğini düşünüyorum. Onun için ben kahramandan çok karizmanın karakterle ilgili bir karakter yaratma ortaya koymayla ilgili olduğunu düşünüyorum.
Etkisinden uzun süre kurtulamadığınız bir kitap var mı?
Var. Mark Mazower’in “Hayaletler Şehir: Selanik” kitabı. Sonuçta Selanik Atamızın şehri. Kitapta 1400’lü yıllardan itibaren İkinci Dünya Savaşı’na kadar gelen çeşitlilik, çoğulculuk ve bütün bunların içerisinde yaşayan gruplar, topluluklar, ilişkiler nasıl tanzim edilmiş, kimler kimlerden nasıl beslenmiş bunları görüyoruz. Şehrin bir kitap karakteri gibi gelişimini görüyor ve şehirle beraber değişen insanları tanıyoruz. Sonuçta Selanik, Ata’ya neden olmuş, Ata Selanik’ten beslenmiş. Bazen şehir yara almış ama tekrar canlanan, hayat bulan bir organizma gibi dönüşmüş. Çok etkilendiğim bir kitap Saloniqa: City of Ghost. Belki ikinci, üçüncü tekrarını okuyorum diyebilirim.
Piyangodan büyük ikramiye size çıksa ne yapardınız?
Kırılgan nüfuslarla ilgili merkezler kurardım. Erkeklerden şiddet gören kadınlar, savaşlar ve krizler yüzünden yerinden yurdundan edilmiş insanlar, haklarından yararlanamayan çocuklar, engelliler… Ben özellikle kırılganlığı yüksek grupları içeren ve bu grupların toplumla entegre olmalarına vesile olan merkezler kurardım. Bugün gördüğümüz merkezlerin birçoğu sanki bu karakterlerin şehrin içinde olması utanç kaynağıymış gibi şehrin dışında. Ben mümkün olsa -piyangodan para çıksa- şehrin en görünen yerine herkesin paylaşabileceği, herkesi davet eden ve aslında ortak yaşamı kurgulayan merkezleri kurabilmeyi dilerdim.
Kalabalık aile mi? Çekirdek aile mi? Neden?
Ben küçük bir ailede yaşadım. Parçalanmış bir ailenin çocuğuyum. Annem ve babam çok küçük yaştayken ayrılmıştı. Ben de şu an bekar bir babayım ama hep kalabalık bir ailenin özlemini çektim, bu konuda yalan söyleyemem. Keşke kalabalık bir ailenin parçası olabilseydim. Evde sürekli bir hareket olsaydı ama ben sessizlikler içinde büyüdüm. Öyle söyleyeyim.
Röportaj: Yağmur Akın